Duygularımın içinden geçen şahane bir adam ve onun kitabını
aldım hayatıma. Uzunca zamandır cevap veremediğim bir soruya yanıt aradığımı ve
sonunda geçte olsa bulduğumu, hem de nokta atışı yaptığımı söylemeliyim. Net
olarak tanımlayabildiğim çok az özelliğim ve zevkim vardır. Şimdi cümlelerime yenisini ekliyorum yıllar
sonra. Aslında belki de en eskisi.
Psikoloji. Üzerine uzun uzun yazacak ne bilgim ne de alt
yapım var elbette. Sadece insan halleri, insanoğlunun iç dünyası ve yaşadığı olayların
hayatına etkisi, algısı, tutkuları, değişimleri ve nicesi. Odak noktasına
insanı alan her şey beni derinden etkiliyormuş meğer. Geç olsa da farkına
varmak, şu sıralar beni en çok mutlu eden şey.
Geçenlerde demek istemiyorum, yeni bitirdim saydığım ama
henüz kopamadığım ‘’Maniac’’ dizisini hayran kalarak izlerken ve şimdilerde
Annie ve Owen’ı özlerken yanımda İnsan Olmak kitabı vardı. Onların psikolojik
yolculukları esnasında bu kitap sayesinde bir nevi kendimle hesaplaşma ve
yüzleşme seansına girdim.
İsmiyle bile hislerime tercüman. İnsan olmak halinin en
derin en yalın halini bana gösterdi. Doğanın ürkütücü gücünden başlayıp,
toplumdan aileme kadar girip sonra oradan özüme doğru indiğim bir yolculuktaydım.
Şunu söylemeliyim ki hepimiz bir kör düğümle birbirimize bağlıyız.
Kitap tümden gelim yöntemini anımsattı bana. En geniş, en
genel alandan özele doğru giden bölümlerden oluştuğu için sanırım. Engin Geçtan’ın
toplumun tanımını yaptığı, toplumların oluşma sürecinden bahsettiği, birey ve
toplum ilişkisini irdelediği ‘’Birey ve Toplum’’ ilk bölümüyle başlıyor kitap. Toplumsallaşma
sürecinden sonra bireyleşme sürecine ayna tutan aile yapısının içine dâhil
oluyoruz. Ana-Baba ve Çocuk bölümünde anne ve babaların çocukların gelişiminde
ve ileriki yaşlarda bireyleşmesinde ne gibi etkilerde bulunduğuna dair kilit
noktaları açıyor Geçtan. Aileler kişinin tüm yaşamını derinden etkiliyor.
İtiraf etmeliyim ki, hem kendi aile bağımdan hem de çevremdeki çoğu insanın ve
toplumumuzun benzer aile yapısından yola çıkarak bireyleşmede ailenin bu denli
etkin ve güçlü bir rolde olması beni çok korkuttu. Anne ve baba olmanın
gerektirdiği sabrı, özveriyi ve sorumluluğu taşımayan insanların çocuk sahibi
olmaları hem çocuk için hem de toplum için ne kadar zararlı boyutlara
ulaşabileceği hakkında gerçekler rahatsız edici. Kulakları tıkadığımız tüm
gerçekler gibi bunları da göz ardı ettiğimiz doğru ya da hiç umursamadığımız. Özellikle anne rol modelinin ve tavırlarının
çocukların hayatlarına ya ışık tutabileceği ya da onulmaz izler bırakabileceği sanırım
neden cennetin annelerin ayakları altında olduğunu kanıtlar nitelikte. Bu bölüm
beni o kadar etkiledi ki, elimde olsa herkese hediye etmek, ne olur okuyun diye
yalvarmak isteği duydum. Yakınlarıma ısrarla önerdim, öneriyorum, önereceğim.
İnsanlardan Korkmak bölümünden sonra artık yavaş yavaş diğer
insanlardan uzaklaşıyorum. Yaşadığım şeylerin buna benzer duygular olduğunun
ayrımına vararak, ardımda bırakmak, kurtulmak isteğiyle sonraki bölümlere, bireyin
iç dünyasına, duygularının derinliklerine doğru uzunca bir yolculuğa çıkıyorum.
Bu bölümlerde artık toplum, aile, insanlar, onlar, bunlar, tanıdığım
tanımadığım kim varsa yok. Hepsini dışarıda bırakıyorum.
Öfke, düşmanlık, değersizlik, kaygı, yalnızlık gibi
duyguların neden yoğun olarak hissedildiğine, temelinde yatan sebeplere ve bu
duyguların dengesiz boyutlarda olduğu kişilerde ortaya çıkan saplantılı
durumlara dair sebep ve sonuçları anlatırken Engin hoca, utanmasam altı
çizilmedik satır bırakmayacağım.
En bilindik, en tanıdığımızı sandığımız duyguların aslında
sadece birer duygu olmadığının farkına varıyorum sonraları. Her satır ayrı bir
iç hesaplaşma ve yüzleşme oluyor. Saplantılı şekilde devam ettiğim tüm
hareketlerimin altında hangi aşırı duygularımın yattığını öğreniyorum. Çok
değer verdiğimi sandığım kim varsa, onlara verdiğim değerin aslında kendi
değersizliğimi örtbas etmek için bir kılıf olduğunu anlıyorum. Duyduğum
kaygının hayatımı nasıl avuçlarının arasında tuttuğunu gördüğümde,
dayanamıyorum. Hayatımı ellerinden kurtarmak için can atıyorum. Yalnızlık
sanarak inşa ettiğim duvarların bir kalkan olmaktan daha çok parmaklık olduğunu
ve kendimi, kendi dünyamın içine hapsettiğimi boğulmak üzereyken fark ediyorum.
Üstelik bunu özgürlükle bağdaştırarak ve tüm kalbimle inanarak yapıyordum.
Üzülerek, kararlar alarak, şaşarak, kızarak, hırçınlaşarak, inkâr
ederek, bahane arayarak, nihayetinde kabullenerek, yani yaşayarak okuyorum. Aslında
insan olmanın ağırlığı altında ezildiğimi hissediyorum.
180 sayfalık bir kitaba koca bir dünya sığar mı demeyin,
sığar. Benim şu yaşıma kadar içimde besleyip büyüttüğüm, beni zehirleyen iç
dünyamı sayfaların arasına sığdırmış Geçtan.
Şimdi mi? İyileşmiş değil belki, bunun için erken ama
yenilenmiş hissediyorum. Ve başkası sandığım her şeyin sebebinin önce kendim
olduğunu kabul ediyorum. Kendini yaşamak yolunda ilk defa böylesi dev bir adım
atarken ‘’İnsan olmak’’ elimden tutuyordu.
Ben sadece bir kitap okumadım diyorum, kendimi okudum.
0 yorum oku / yaz