Güle Güle...

Ara Güler

Bir zamanlar bakmaya doyamadığım kitaptan gözlerimi kaçırıyordum uzunca süredir.  Kitaplığımın en alt rafına koymuş, üzerine de yığınla kitap istiflemiştim. Her gördüğümde bana zamanın acımasızlığını hatırlattığı için. Hâlbuki o kitap elimde, heyecandan yerimde duramadığım o imza kuyruğu dün gibi aklımdaydı. Kaçıncı sıradaydım önümde kim vardı, kaç kişiydik? Bilemeyeceğimden çok soru işareti doldururdu beynimi buna benzer anlarda. Ama o gün farklıydı, gözlerim kapıya kitlenmiş, Onun gelmesini bekliyordum yalnızca. Seslere kulaklarımı tıkamıştım.

Kitabın arasında bir kare fotoğraf vardı. Kimi daha çok sevdiğimi, kimin benim İstanbul kahramanım olduğu sorusuna da hala yanıt bulabilmiş değildim.

Kapıya diktiğim gözlerim sadece saate bakmak için ayrılıyordu. Akrep biraz hızlansa. Yelkovan benim kadar sabırsızlansa.  Saat ve kapı arasında mekik dokuyan gözlerim ihtiyar adam kapıda belirdiğinde kıpırdamadan öylece kalabildi. Gözlerim öylece kaldı kalmasına ama ellerim ve ayaklarım için aynı şeyi asla söyleyemeyeceğim. Yarışırcasına, hızla titriyorlardı. Yılların biriktirdiği hayaller heyecanlıydı, benden çok. Onun izinden yürüyememiştim ama vazgeçmemiştim de. Onu bir kez görmek, ilk gençlik hayallerime dokunmaktı. 15 yaşım bana gülümsüyordu.

Sıra akıp giderken, heyecanım yerini tatlı bir duyguya bırakmıştı. Nihayet benim sıram geldiğinde ‘’merhaba’’ dedim, kitabımı uzattım. Yılların derin izler kattığı yüzüne bakamadım, gözlerim zamanı dondurduğu ellerinde takılı kaldı.

Kapağı araladığında kitabın arasına koyduğum fotoğrafı gördü. Ellerinin arasına aldığı fotoğrafa kısa bir süre baktı. Resim ellerinde titremeye başlamıştı. Yaşlılıktan titreyen ellerini kendi yerime koymuştum. Utanmasam, heyecanlandı diyecektim.

Sesini duymakta zorlandığım için daha çok yaklaştım ona doğru. ‘’Türkiye’nin en iyi edebiyatçısı’’ dedi. Fotoğrafın üzerine ‘’1955’’ yazarken.

Sesim de sonunda dayanamamıştı, titriyordu. Kitabımı geri alırken usulca ‘’teşekkür ederim’’ dedim. Çok teşekkür ederim. Hiç istemeyerek ayrılırken adımlarım, kitabı sıkıca göğsüme bastırdım.

O gün, fotoğrafı titreyen elleriyle imzalayan Ara Güler’di. Fotoğraftaki ise Sait Faik Abasıyanık.

Şimdi o kitap ve arasındaki fotoğraf kitaplığımın en alt rafında üzerinde kitap yığılı halde duruyor. Uzun uzun çok baktım o fotoğrafa da o kitaba da, ilk tatlı hayalli yaşlarımı anarken daha çok baktım.

Sonra huzur bulduğum o fotoğrafı ve kitabı kaldırdım rafa, açıp bakmadım, bakamadım. Besbelli korkuyordum. Bir nevi kaçmak benimkisi.

Dün gece 11’e doğru bir mesaj geldi telefonuma, kaçmak? Ama nereye kadar. Kitaplığıma yanaştım haberi alır almaz, kitabı yerinden çıkardım, tozlarını o gün ona sarılan ellerimle sildim. Bir ağabeyime daha veda ediyordum, çocukluğuma ve eski İstanbul’a.

Fotoğrafı kitabın arasına koydum, sayfalarını kapattım. Uzun zaman sonra tekrar göğsüme bastırdım.

Güle güle Ara Güler, Sait Faik’e ve ben uğraşmasam kimse uğraşmazdı onların fotoğraflarını çekmekle dediğin edebiyatın güzel abilerine selam söyle.

Senin gözünden İstanbul’a, insanlara ve yazarlara bakmak her zaman en özeli olarak kalacak. Çünkü her baktığımda kalplerini görebiliyorum.

Hoşça kal…


0 yorum oku / yaz