Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley

Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya Kitap Yorumu

Bir yanda hala kendimi hazır hissedemediğim okuma planlarım, diğer yanda dört kız başladığımız Hasan Ali Yücel klasiklerini okuma serüvenimiz…  Eylül ayında başlamam gereken kitap serileri… Benim kafamı bir türlü toparlayamam ve en acısı sene sonuna sadece iki ay kalmış olması. Ve araya aldığım kitaplar… Dipsiz kuyu.

Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünyası da bu kitaplardan biri oldu. Hem uzak olduğum bir tür olduğu için şans vermek hem de bir okuma planımın parçası olamayacağı için, kitaplığımdan sürekli gözüme çarpması da cabası ‘’eh madem, okuyayım da çıksın aradan’’ diyerek başladım… Bir bilimkurgu klasiğine yaklaşımıma bakar mısınız?

Lakin bu konuda kendimi tanıyorum. Bilimkurgu izlemeyi seviyorum, ama okumayı beceremiyorum. Fahrenheit 451 bu konuda tek istisna olabilir. Sanırım beni korkuttuğu için kaçıyorum bu türden!
Ya kafam gerçekten çok doluydu okurken ya da araya alınabilecek, hele ‘’okuyayım da çıksın aradan’’ denilebilecek bir kitap hiç değildi. Asla konuya tam hâkim olamadım. O dünyada dolaşamadım. Hep yazarın adımlarını attım, onu takip ettim. Özgür değildim sanki. Öyle rahatsız bir his.

Ama her ne kadar yabancılık çeksem de havasını soludum, kâbusa tanık oldum. Belki bundandır yaşadığım karmaşık ve rahatsız his. Güvende değildim.

Üstelik Cesur Yeni Dünya’da herkes mutluyken! Ben böyleydim.

26.yy İngiltere’sinde tüm dünyada totaliter rejim hâkim. Sadece bu sistemin dışında bir başka topluluk daha var. Onlarda şehirden uzak, ayrılmış vahşi bölgede yaşıyorlar. Bu uygarlıkta anne ve baba yok. İnsanlar özel merkezlerde çoğaltılıyor ve daha embriyoyken sınıfları belirleniyor.  Zekâ seviyelerine göre Alfa, Epsilon, Beta gibi sınıflara ayrılıyorlar. Bokanovski denilen bir yöntem sayesinde seri halde insan üretilebiliyor. Seri halde üretilen insanlar robottan farksız yaşam sürüyorlar. Bireysellik yok. Hisler ve duygular yok.

Savaş ve hastalıklar da yok edilmiş. Oluşturulan toplumda herkes mutlu. Toplumda özel, mahremiyet kavramı yok. ‘’Herkes herkes içindir’’ anlayışı var. İnsanlar istediği herkesle birlikte olabiliyorlar. Hayat tamamen bunun üzerine kurulu. Ayrıca bilim, sanat, felsefe ve kitaplarda yok. Yani korkunç. Bu da bir nevi beni doğruluyor.

Tüm distopyalarda ortak nokta insanlar tek tip, toplum tek düzen, duygular ve hisler yok. Ve tüm bunları gerçekleştirmek için yapılan ilk şey. Kitaplar yasak! Tıpkı geçmiş yüzyıllarda bir uygarlığı yok etmek için yakılan, yağmalanan, sulara dökülen kütüphaneler gibi. Hemen hemen aynı zamanda izlediğim dizide şu cümle düşüncelerimin karmaşasından beni sıyırıyor: ‘’İnsanlar kitaplarını atmaya başladılar. Bu ülke uzun yaşamaz.’’

Kötü hissetmeye asla izin verilmiyor. Kötü, rahatsız hissetmeye başladıkları anda ‘’Soma’’ adı verilen haplarla insanlar uyuşturuluyor ve beyinleri boşaltılıyor, rahatlatılıyor. Dertlerini unutmaları sağlanıyor. Zaten düşünemeyen, sorgulamayan insanlar bu sayede itiraz ve şikâyet etmeyen, daha da uyuşmuş halde itaatkar kölelere dönüyorlar.

İnsanlara doğdukları andan itibaren aynı cümleler uykularında tekrar tekrar dinletiliyor ve bunlara inandırılıyor. Sevgi, aşk ve duyguların yok edildiği bu katı sisteme, insanlar bu şekilde en baştan uyum sağlamış olarak katılıyorlar. Günümüzde medya ve internet. Sürekli tek tip güzellik algısı, tüketim çılgınlığı dayatması. Geçmişte ve günümüzde halkın medya aracılığıyla manipüle edilmesi, kitleler halinde inandığımız doğrular. Bir ilacımız yok ama benzer yönlerimiz çok. Bizlerde uyuşturulmuş vaziyetteyiz. Yaşadığım tedirginlik bu. Duyduğum endişe gerçeklik payı. Cesur Yeni Dünya’nın gerçek distopyası!

Kitaptaki havayı soluduktan, dünyasını biraz idrak ettikten sonra sistemde meydana gelecek çatlağı beklemeye başlıyorum. Çünkü korkunç ve çok gerçek. Ve sona ermeli. Ben böyle düşünürken Cesur Yeni Dünya’nın sisteminden uzak, şartlandırılmadan yetişmiş olan Helmhotz, Bernard ve Vahşi ortaya çıkıyor. Üçü de sistemin dayattığı kurallardan uzak, yaşadıkları topluma yabancılaşmışlar. Ve dünyalarının şartlarına göre hasta karakterler. Ve bir nevi sisteme başkaldırıyorlar. Bu isyanlarının sonucunda ceza olarak sistemin dışındaki vahşi bölgeye gönderiliyorlar.

Aslında distopya da desek, kiminin hayalindeki ütopya da olabilir. Okuyucusunun karar verebileceği ucu açık bir kitap. Çünkü aramızda bu sisteme asla karşı çıkmayacak sadece haz duygularıyla yaşamayı tercih edebilecek, sorgulamayı, düşünmeyi reddedebilecek milyonlar çıkabilir. Ya da farkında olmadan bu şekilde yaşayanlar var mıdır aramızda?  

Kitabı kapatırken şöyle düşünceler geçiyor zihnimden, kitaba yabancı kaldığım halde gerçekliğin dehşetini bana gösterdi. Ama tüm gerçekliğine rağmen ben o dünyaya hep sanki bir pencereden baktım. Belki de kapısından girmeye korktuğumdan. Sürekli kıyaslama yaparak okumak, satırların altını çizmenin yerini benzer olaylar aramaya bıraktı.

İster bir distopya diyelim ister bir kehanet. Olduğumuz yerden gittiğimiz noktaya baktığımda, sadece tüketim odaklı yaşantımız, alışveriş çılgınlığı, içini çürüttüğümüz tüm değerler, güzellik algıları, para ve zevk ilişkisine dayalı dostluklar… Bencil yanımız. Bizi uyuşturan akıllı ekranlarımız. Hepsinin tek hizmet ettiği amaç, sadece mutlu olmak arzumuz. Algılarımız ve yanılgılarımız.

Yıllar önce yazılmış olmasını yorumlayan kimileri yazarın ileri görüşlülüğüne hayran kalmış. Elbette haklılar. Ama bende zaman daralıyor hissi uyandırıyor sadece. Gitgide sona yaklaşıyoruz. Dünyanın kenarından aşağı düşmeyi bekliyoruz, yığınla. Birbirimizi ite kaka.





1 yorum oku / yaz