Kış ayları yaklaşıyor. Kitapların mevsimine doğru giderken
takvimler, sabırsız bir bekleyişteyim. Tüm zamanımın sadece onların olacağı,
aklımın başka bir şeyde kalmayacağı benzersiz vakitler. Dışarının hâkimi rüzgârlar,
zihnimin tek hâkimi kitaplar.
Her sene sonbahar geldiğinde kışa özlemim ve sabırsızlığım
daha çok artıyor. Henüz Eylül’ün ilk günleri, yazın son demleri ama sonuçta
takvim sonbahar. Temelini kitapların attığı bir dostluğun kahramanları Nur ve
ben, daha sonra bize katılan iki kız arkadaşımızla beraber kışa doğru kısa ama
esasen uzun bir yolculuğa çıktık beraber. Dört kız dünyanın telaşından uzak
bambaşka bir âlem kurduk kendimize. Bizim harikalar diyarımızı. Burada tüm
sesleri susturuyor, sadece kitapların bize söylediklerini dinliyorduk.
Çok geçmeden ilk konuğumuza dünyamızın kapılarını ardına
kadar açmıştık: Hasan Ali Yücel.
Hasan Ali Yücel Klasikleriyle önümüzde uzunca bir yol
beliriyordu. Yol uzun, vakit kısa, biz sabırsız. Sanki ilk kez kitap okuyacak
gibi karmaşık ve heyecanlı hisler içinde, serinin ilk kitabı ellerimizdeydi.
Ben daha önce de klasiklerin hepsini okumaya çok
niyetlenmiştim. Tüm okurlar gibi. Ama bir kitap var ki, ismiyle müsemma bir his
içindeydim. Asla okumayı düşünmemiştim ve hiçbir güç kendisini bana çekememişti.
Serinin ilk kitabı, Gurur ve Önyargı’dan bahsediyorum.
Aynı hislerle okumaya başladım. Tabi ki önyargım kalbimin
önüne set vuruyordu, Elizabeth, Darcy, Bennetlar’ın hayatına ve 1800’lerin
İngiltere’sine hala yabancı gözlerle bakıyordum. Klasiklere vasat bir başlangıç
yapmak istemediğim ve önyargımı biraz kırmaya çalışarak tekrar okumaya
başladım. Beni yoran şeyin bu defa ne olduğunu daha net anlıyordum. Çok fazla
isim kullanılması. Kim kimdi, kim kimin nesiydi bir zaman sonra birbirine girmişti.
Neyse ki kendimi akışa bıraktığımda bu sorunu aşabildim ve olay örgüsü,
karakterler yavaş yavaş çözülmeye başladı.
Klasik bir aşk hikâyesi olarak gördüğüm ve bu türe karşı hiç
sempati duymadığım için önyargılıydım daha çok. Ama okudukça dönemin İngiltere’sine
ayna tutması önyargımı kırmamda en önemli etken oldu. Toplumsal yaşantının,
kadın-erkek ilişkilerinin, aile yapısının kitapta yansıtılması kitaba tarihi
gerçeklik boyutunu da getiriyordu. Klasik bir aşk hikâyesinin gerisinde o
tarihi dokuyu hissetmeye daha büyük çaba sarf ettim.
Mr. ve Mrs. Bennet’ın evlilik çağına gelmiş beş kızı vardır.
Bir gün yaşadıkları yerin yakınına çok zengin bir adam taşınır ve Bayan Bennet
kızlarından birini bu adamla evlendirmek için hayaller kurmaya başar. Kocasının
ısrarla adamla tanışmasını istiyor, böylelikle daha sonra yemeğe davet edip
kızlarıyla rahatlıkla tanıştırabilecektir.
Kısa zaman sonra bir balo düzenleniyor ve beş kız kardeşin
en büyükleri Jane ve Elizabeth bu baloya katılıyor. Baloda şehre yeni gelen
zengin genç Mr.Bingley ve abla Jane arasında bir yakınlaşma hissediliyor. O gün
Mr.Bingley’in yanında gelen ve ondan
daha zengin olan biri daha var. Mr.Darcy. Bu beyefendinin soğuk ve mesafeli
duruşu Elizabeth’in dikkatini hemen çekiyor. Elizabeth ve Darcy arasında
yaşanan ufak atışma ise her şeyin başlangıcı.
Darcy’nin mizacına ve tavırlarına sinen gururlu yanı Elizabet’in
ona karşı önyargı oluşturmasına neden oluyor. Ve kitabın isminin manasına, duygular
dışa vurdukça varmaya başlıyorum.
Darcy ve Elizabeth’in arasındaki ilişki gergin bir şekilde devam
ediyor. Karşılaştıkları her yerde
aralarında bir çatışma oluyor ve çevrelerine hep böyle yansıyor. Fakat bu
atışmalar ve uyuşmazlıklar iç dünyalarında bir merak ve ilgi uyandırıyor ikisi
için de.
Duygularına karşı koyamayan ve karşı tarafa ilk açılan kişi
ise Darcy. Fakat Elizabeth’in üst üste gelen olaylar karşısında kendisine karşı
ördüğü duvarlara çarpıyor ve geri çevriliyor. Darcy daha sonra yaşanılan tüm
olayların gerçek yüzünü göstermek için Elizabeth’e bir mektup yazıyor.
Gurur Darcy’i, önyargı ise Elizabeth’i niteleyen kavramlar.
Ben Darcy’nin gururundan çok Elizabeth’in önyargısının daha ağır bastığı
izlenimine kapıldım. Ya da önyargı benim hayatımda da çok fazla yer bulduğu
için bana daha yakın ve tanıdık geldi. O yüzden romanın geneline hâkim olan o
tutumu daha net ve kolay yakalayabildim.
Darcy ve Elizabeth’in
ilişkisinden çok kopuktum aslında. Bir zaman sonra mekân ve olayları
toparlayamaz olmuştum kafamda. Böyle olunca yine kendi yöntemime döndüm ve
bütünde değil parçada anlam bulmaya yoğunlaştım.
Klasik aşk hikâyesinden uzaklaşarak, dönemin İngiltere’sinde
gezintiye çıktım sık sık. Toplum ve aile tutumundan, kadının toplum içindeki
rolü ve yeri hakkında zamanın durumunu gözlemledim ve yine karamsarlığa düştüm.
Genellikle başka ülkelere dair bu tarz toplumsal gerçeklik ögeleri de
barındıran kitapları kendi toplum ve kültürümüzle karşılaştırarak okumak gibi
bir durumum var. Çok doğru bir okuma değil. Bütünde böyle yapmıyorum zaten. Ama
özellikle bu hususta durup fazlaca düşünürüm. Okuduğum coğrafyanın toplumsal ve
sosyal durumuyla kendi toplum ve sosyal durumumuz hakkında bir kıyaslama yapmak
üzerinde dikkatle durduğum bir nokta. Gurur ve Önyargı’yı da okurken bu
karşılaştırmaları uzun uzadıya yaptım.
Kadınların hayattaki görevinin iyi bir eş olmak ve iyi bir
aile kurmaktan, sadece ev ve el işleriyle uğraşmaktan öteye gidemediği bir
ortam var. Kadının kimliği bir nevi eşinin kimliğiyle var oluyor. İş, sosyal ve
sanat dünyasında kadının adı yok. Bunun yanında o dönemlerde sınıfsal
farklılıklar da göze çarpıyor. Tüm bu etkenleri göz önüne alarak kadının bizim
geleneğimizde ve toplumuzdaki yeri ve önemi hakkında karşılaştırma yapacak çok
fazla faktör karşıma çıkmıştı. Öncelikle şöyle bir yargıya varmıştım, biraz
gücenerek biraz kızarak: hayran olduğumuz Avrupa bizden çok farklı değildi? Biz
kendimizi neden bu kadar onlara karşı aşağılık görüyor, gözümüzde büyütüyorduk?
Neden tüm Avrupa’dan önce kadın haklarını tanımış olmamıza, eski ve asıl Türk
geleneğimizde kadının devlet ve toplum idaresi ve iradesinde en önemli rolü
oynamasına rağmen neden biz Avrupa’nın gölgesinde kalmış, onlara özenir
durumdaydık. Sonra kendi cevabımı kendim veriyordum: onlar ileri giderken biz geri gidiyorduk da
ondan…
Jane Austen’in aşk hikâyesinin ardında, kadının toplumdaki
yeri ve önemi, üzerinde oluşturulan baskılara karşı bir başkaldırı var. Özellikle
kadın karakteri Elizabeth’in diğer hemcinslerinin aksine iyi bir okur olması,
eleştiren ve sorgulayan bir karakter sergilemesi, sadece zengin olduğu için bir
adamla evlenmek istememesi Jane Austen’in döneme karşı bir eleştirisi gibi
görünüyor. Jane kendi hayatında da benzer izleri taşıyan bir karaktermiş zaten.
Özellikle Elizabeth ve kendisinin de hayatında baba figürü ön plana çıkıyor.
Destekleyici ve her kararlarında arkalarında duran bir gizli kahraman rolünde. Nitekim
zengin akrabalarının evlenme teklifini reddeden Elizabeth’e annesinin
ısrarlarına rağmen babası arka çıkar. Kütüphanesinin kapısı kızına sonuna kadar
açıktır. Jane Austen da eğitim ve kitaplar konusunda en büyük desteği
babasından görür. Aile tiyatroya ilgilidir. Jane üç tiyatro oyunu yazmıştır ve
babası kızının yazma isteğine de karşı koymamıştır.
Elizabeth evlenmek için âşık olmayı bekledi, o ise hiç
evlenmedi. Belki de kendisi de evlenmek için hep âşık olmayı beklemişti.
Dönemin ahlak anlayışına isyan eden bir karakter Jane Austen.
Kadının yerinin sadece ev olduğu, söz ve çalışma hakkının olmadığı, tek
başarısının zengin bir kocayla evlenmek olduğu böyle bir zamanda Elizabeth gibi
inatçı, başının dikine giden ve lafını esirgemeyen, kendi isteklerinin peşinden
giden güçlü bir kadın karakter doğuruyor. Erkeklere ve egemen güce karşı kendi
inanç ve görüşlerinin sonuna kadar dimdik arkasında duran bir kadın. Zamanın
şartlarına göre alışılmadık ve sıra dışı.
Ezilmiş ve soyutlanmış kadınların yerini onun kitaplarında
güçlü kadınlar alıyordu.
Kitabı yoğun olarak aynı hislerle okudum. Bitirdiğimde
şimdiye kadar ezberimi bozan bir durumla karşılaşacaktım, peşi sıra izlediğim
filmi beni kitabından daha çok etkilediğinde. Mekânlar, kostümler, danslar,
duygular, dönemin atmosferi bana öyle güzel geçti ve o kadar iliklerime kadar
hissettim ki!
Kitaptan daha çok filmi sevmek içime sinmedi ama olsun
kitaptan çok kopuk ve günümüze uyarlanmış olmaması diğer yandan içimi
rahatlatıyor.
Elizabeth ve babasına odaklanarak okumuş olmak diğer
karakterleri görmezden geldiğim hissi uyandırabilir. Ben yazarın hayatına,
kadının toplumdaki yeri ve önemine ve bir kızla babasının güçlü bağ kurduğunda
kızın hayatında nasıl etkileri olduğuna dair gözlem ve çıkarımlar yaparak
okudum. Bu husus kitabı bende daha anlamlı ve özel kıldı. Jane Austen’in güçlü
karakteri Elizabeth ile beraber sona geldiğimde ise önyargılarımı kırmış olarak
kitabın kapağını kapatmak, beni de onların hikâyesinde ortak bir noktada
buluşturdu. Jane’nin güçlü kadınlarının hikâyesi her çağda devam edecek
hissiyle.
Gurur ve Önyargı
Hasan Ali Yücel
Hasan Ali Yücel Klasikleri
İş Bankası Kültür Yayınları
Jane Austen
Kitap
0 yorum oku / yaz