Gurur ve Önyargı - Jane Austen

Gurur ve Önyargı, Jane Austen

Kış ayları yaklaşıyor. Kitapların mevsimine doğru giderken takvimler, sabırsız bir bekleyişteyim. Tüm zamanımın sadece onların olacağı, aklımın başka bir şeyde kalmayacağı benzersiz vakitler. Dışarının hâkimi rüzgârlar, zihnimin tek hâkimi kitaplar.

Her sene sonbahar geldiğinde kışa özlemim ve sabırsızlığım daha çok artıyor. Henüz Eylül’ün ilk günleri, yazın son demleri ama sonuçta takvim sonbahar. Temelini kitapların attığı bir dostluğun kahramanları Nur ve ben, daha sonra bize katılan iki kız arkadaşımızla beraber kışa doğru kısa ama esasen uzun bir yolculuğa çıktık beraber. Dört kız dünyanın telaşından uzak bambaşka bir âlem kurduk kendimize. Bizim harikalar diyarımızı. Burada tüm sesleri susturuyor, sadece kitapların bize söylediklerini dinliyorduk.
Çok geçmeden ilk konuğumuza dünyamızın kapılarını ardına kadar açmıştık: Hasan Ali Yücel.
Hasan Ali Yücel Klasikleriyle önümüzde uzunca bir yol beliriyordu. Yol uzun, vakit kısa, biz sabırsız. Sanki ilk kez kitap okuyacak gibi karmaşık ve heyecanlı hisler içinde, serinin ilk kitabı ellerimizdeydi.  

Ben daha önce de klasiklerin hepsini okumaya çok niyetlenmiştim. Tüm okurlar gibi. Ama bir kitap var ki, ismiyle müsemma bir his içindeydim. Asla okumayı düşünmemiştim ve hiçbir güç kendisini bana çekememişti. Serinin ilk kitabı, Gurur ve Önyargı’dan bahsediyorum.

Aynı hislerle okumaya başladım. Tabi ki önyargım kalbimin önüne set vuruyordu, Elizabeth, Darcy, Bennetlar’ın hayatına ve 1800’lerin İngiltere’sine hala yabancı gözlerle bakıyordum. Klasiklere vasat bir başlangıç yapmak istemediğim ve önyargımı biraz kırmaya çalışarak tekrar okumaya başladım. Beni yoran şeyin bu defa ne olduğunu daha net anlıyordum. Çok fazla isim kullanılması. Kim kimdi, kim kimin nesiydi bir zaman sonra birbirine girmişti. Neyse ki kendimi akışa bıraktığımda bu sorunu aşabildim ve olay örgüsü, karakterler yavaş yavaş çözülmeye başladı.

Klasik bir aşk hikâyesi olarak gördüğüm ve bu türe karşı hiç sempati duymadığım için önyargılıydım daha çok. Ama okudukça dönemin İngiltere’sine ayna tutması önyargımı kırmamda en önemli etken oldu. Toplumsal yaşantının, kadın-erkek ilişkilerinin, aile yapısının kitapta yansıtılması kitaba tarihi gerçeklik boyutunu da getiriyordu. Klasik bir aşk hikâyesinin gerisinde o tarihi dokuyu hissetmeye daha büyük çaba sarf ettim.
Mr. ve Mrs. Bennet’ın evlilik çağına gelmiş beş kızı vardır. Bir gün yaşadıkları yerin yakınına çok zengin bir adam taşınır ve Bayan Bennet kızlarından birini bu adamla evlendirmek için hayaller kurmaya başar. Kocasının ısrarla adamla tanışmasını istiyor, böylelikle daha sonra yemeğe davet edip kızlarıyla rahatlıkla tanıştırabilecektir.

Kısa zaman sonra bir balo düzenleniyor ve beş kız kardeşin en büyükleri Jane ve Elizabeth bu baloya katılıyor. Baloda şehre yeni gelen zengin genç Mr.Bingley ve abla Jane arasında bir yakınlaşma hissediliyor. O gün Mr.Bingley’in  yanında gelen ve ondan daha zengin olan biri daha var. Mr.Darcy. Bu beyefendinin soğuk ve mesafeli duruşu Elizabeth’in dikkatini hemen çekiyor. Elizabeth ve Darcy arasında yaşanan ufak atışma ise her şeyin başlangıcı.
Darcy’nin mizacına ve tavırlarına sinen gururlu yanı Elizabet’in ona karşı önyargı oluşturmasına neden oluyor. Ve kitabın isminin manasına, duygular dışa vurdukça varmaya başlıyorum.
Darcy ve Elizabeth’in arasındaki ilişki gergin bir şekilde devam ediyor.  Karşılaştıkları her yerde aralarında bir çatışma oluyor ve çevrelerine hep böyle yansıyor. Fakat bu atışmalar ve uyuşmazlıklar iç dünyalarında bir merak ve ilgi uyandırıyor ikisi için de.

Duygularına karşı koyamayan ve karşı tarafa ilk açılan kişi ise Darcy. Fakat Elizabeth’in üst üste gelen olaylar karşısında kendisine karşı ördüğü duvarlara çarpıyor ve geri çevriliyor. Darcy daha sonra yaşanılan tüm olayların gerçek yüzünü göstermek için Elizabeth’e bir mektup yazıyor.
Gurur Darcy’i, önyargı ise Elizabeth’i niteleyen kavramlar. Ben Darcy’nin gururundan çok Elizabeth’in önyargısının daha ağır bastığı izlenimine kapıldım. Ya da önyargı benim hayatımda da çok fazla yer bulduğu için bana daha yakın ve tanıdık geldi. O yüzden romanın geneline hâkim olan o tutumu daha net ve kolay yakalayabildim.

 Darcy ve Elizabeth’in ilişkisinden çok kopuktum aslında. Bir zaman sonra mekân ve olayları toparlayamaz olmuştum kafamda. Böyle olunca yine kendi yöntemime döndüm ve bütünde değil parçada anlam bulmaya yoğunlaştım.

Klasik aşk hikâyesinden uzaklaşarak, dönemin İngiltere’sinde gezintiye çıktım sık sık. Toplum ve aile tutumundan, kadının toplum içindeki rolü ve yeri hakkında zamanın durumunu gözlemledim ve yine karamsarlığa düştüm. Genellikle başka ülkelere dair bu tarz toplumsal gerçeklik ögeleri de barındıran kitapları kendi toplum ve kültürümüzle karşılaştırarak okumak gibi bir durumum var. Çok doğru bir okuma değil. Bütünde böyle yapmıyorum zaten. Ama özellikle bu hususta durup fazlaca düşünürüm. Okuduğum coğrafyanın toplumsal ve sosyal durumuyla kendi toplum ve sosyal durumumuz hakkında bir kıyaslama yapmak üzerinde dikkatle durduğum bir nokta. Gurur ve Önyargı’yı da okurken bu karşılaştırmaları uzun uzadıya yaptım.

Kadınların hayattaki görevinin iyi bir eş olmak ve iyi bir aile kurmaktan, sadece ev ve el işleriyle uğraşmaktan öteye gidemediği bir ortam var. Kadının kimliği bir nevi eşinin kimliğiyle var oluyor. İş, sosyal ve sanat dünyasında kadının adı yok. Bunun yanında o dönemlerde sınıfsal farklılıklar da göze çarpıyor. Tüm bu etkenleri göz önüne alarak kadının bizim geleneğimizde ve toplumuzdaki yeri ve önemi hakkında karşılaştırma yapacak çok fazla faktör karşıma çıkmıştı. Öncelikle şöyle bir yargıya varmıştım, biraz gücenerek biraz kızarak: hayran olduğumuz Avrupa bizden çok farklı değildi? Biz kendimizi neden bu kadar onlara karşı aşağılık görüyor, gözümüzde büyütüyorduk? Neden tüm Avrupa’dan önce kadın haklarını tanımış olmamıza, eski ve asıl Türk geleneğimizde kadının devlet ve toplum idaresi ve iradesinde en önemli rolü oynamasına rağmen neden biz Avrupa’nın gölgesinde kalmış, onlara özenir durumdaydık. Sonra kendi cevabımı kendim veriyordum:  onlar ileri giderken biz geri gidiyorduk da ondan…

Jane Austen’in aşk hikâyesinin ardında, kadının toplumdaki yeri ve önemi, üzerinde oluşturulan baskılara karşı bir başkaldırı var. Özellikle kadın karakteri Elizabeth’in diğer hemcinslerinin aksine iyi bir okur olması, eleştiren ve sorgulayan bir karakter sergilemesi, sadece zengin olduğu için bir adamla evlenmek istememesi Jane Austen’in döneme karşı bir eleştirisi gibi görünüyor. Jane kendi hayatında da benzer izleri taşıyan bir karaktermiş zaten. Özellikle Elizabeth ve kendisinin de hayatında baba figürü ön plana çıkıyor. Destekleyici ve her kararlarında arkalarında duran bir gizli kahraman rolünde. Nitekim zengin akrabalarının evlenme teklifini reddeden Elizabeth’e annesinin ısrarlarına rağmen babası arka çıkar. Kütüphanesinin kapısı kızına sonuna kadar açıktır. Jane Austen da eğitim ve kitaplar konusunda en büyük desteği babasından görür. Aile tiyatroya ilgilidir. Jane üç tiyatro oyunu yazmıştır ve babası kızının yazma isteğine de karşı koymamıştır.
Elizabeth evlenmek için âşık olmayı bekledi, o ise hiç evlenmedi. Belki de kendisi de evlenmek için hep âşık olmayı beklemişti.

Dönemin ahlak anlayışına isyan eden bir karakter Jane Austen. Kadının yerinin sadece ev olduğu, söz ve çalışma hakkının olmadığı, tek başarısının zengin bir kocayla evlenmek olduğu böyle bir zamanda Elizabeth gibi inatçı, başının dikine giden ve lafını esirgemeyen, kendi isteklerinin peşinden giden güçlü bir kadın karakter doğuruyor. Erkeklere ve egemen güce karşı kendi inanç ve görüşlerinin sonuna kadar dimdik arkasında duran bir kadın. Zamanın şartlarına göre alışılmadık ve sıra dışı.
Ezilmiş ve soyutlanmış kadınların yerini onun kitaplarında güçlü kadınlar alıyordu.

Kitabı yoğun olarak aynı hislerle okudum. Bitirdiğimde şimdiye kadar ezberimi bozan bir durumla karşılaşacaktım, peşi sıra izlediğim filmi beni kitabından daha çok etkilediğinde. Mekânlar, kostümler, danslar, duygular, dönemin atmosferi bana öyle güzel geçti ve o kadar iliklerime kadar hissettim ki!

Kitaptan daha çok filmi sevmek içime sinmedi ama olsun kitaptan çok kopuk ve günümüze uyarlanmış olmaması diğer yandan içimi rahatlatıyor.

Elizabeth ve babasına odaklanarak okumuş olmak diğer karakterleri görmezden geldiğim hissi uyandırabilir. Ben yazarın hayatına, kadının toplumdaki yeri ve önemine ve bir kızla babasının güçlü bağ kurduğunda kızın hayatında nasıl etkileri olduğuna dair gözlem ve çıkarımlar yaparak okudum. Bu husus kitabı bende daha anlamlı ve özel kıldı. Jane Austen’in güçlü karakteri Elizabeth ile beraber sona geldiğimde ise önyargılarımı kırmış olarak kitabın kapağını kapatmak, beni de onların hikâyesinde ortak bir noktada buluşturdu. Jane’nin güçlü kadınlarının hikâyesi her çağda devam edecek hissiyle.

0 yorum oku / yaz