Zamanda Yolculuğa Çıksak Bir Gece Yarısı

Midnight in Paris


Bir masalın içinde gece yürüyüşe çıkmışsın da, yağmur yağmaya başlamış; ılık su damlaları yüzünü ıslatıyor. Sırılsıklam olacaksın birazdan ama eve dönmek istemiyorsun. ‘’Diğerleri sadece ıslanır’’ sözünde bahsedilen kişi değilsin üstelik. Belli ‘’Bazıları yağmuru hisseder’’ denilen, bazılarındansın.

Yazmak üzerine, yazmak fili, yazmak eylemi… Şu sıralar beni anlatan en iyi kelimeler bunlardır sanırım. ‘’Yazmak’’ sözcüğünün gizemine kapılmışken ona dair ne varsa toplamaya, biriktirmeye çalışıyorum.
Çok uzun sürmüyor ‘Midnight in Paris’ ile bir gece yarısı buluşmam. Başladığı andan itibaren ise beni bambaşka bir dünyaya götürüyor. Kalbim ılıklaşıyor.

Gil’in peşinden gizlice arabaya binmişim, 1920 lerin Paris’inde yolculuğa çıkmışım gibi bir his. Bir de güven ve huzur hissi. Sanki buralara aitmişim gibi bir his aynı anda hatırlatıyor kendini. Ki henüz Paris’i bir kere bile görmemişken, onu henüz tanımamışken. İşte bu Woody Allen büyüsüymüş. Anladım.

Gil ve nişanlısı Inez, Inez’in babasının işi sebebiyle bu aşk dolu Avrupa kentinde kısa bir tatil imkânı bulurlar. Başlarda aşkları doludizgin devam ediyor, her şey yolunda gidiyor gibi görünse de yazar olmak isteyen Gil’in aklı daha çok yazacağı kitapta, kalbi ise eski Paris’tedir. Gil’in Paris’te gece yarısı çıktığı yürüyüşler ise akılları karıştırmaya başlar.
Yine bir gece vakti Paris’in ışıkları altında dolaşırken dinlenmek için merdivene çöker. Şehrin sessizliğini çalan gece yarısı saati bozar. Başka masalların sonu olan bu saat dilimi Gil’in masalının ise başlangıcıdır. Karanlık sokakların arasından, saatin sesini bölerek bir araba yanaşır ve ısrarla Gil’i çağırır. Gil biraz şaşkın arabaya yönelir ve çok geçmeden kendini 1913 model Peugeot’un içinde bulur.
Bu eski model araba kahkahalar eşliğinde Onu hayal dahi edemeyeceği eşsiz bir düşe götürür. Fantastik bir düşün ortasına düşen Gil hayran olduğu kişilerle karşılaşır. Dönemin büyük isimleriyle tanışma ve dahası kitabını okutma şansı yakalayan Gil için artık en zoru geri dönmek ve yaşadığı boş, sıkıcı dönemde olmaktır.
Gizemli düşüne kavuşmak için her gece yarısı sabırsızlıkla klasik otomobilin gelmesini bekler. Aynı kahkalar eşliğinde Paris’in altın çağına 1920 lere gider.  
Eski çağ kalbini farklı duygularla doldurmaya da başlar. Burada tanıştığı Adriana’dan etkilenmesi çok uzun sürmez. Paris’e kısa bir tatil amacıyla geldiği nişanlısıyla ilişkisini sorgulamaya başlar. Hayatının aşkı olmadığı düşüncesi Adriana’yı tanıdıkça daha çok ağır basar. Ve ilişkileri kopma noktasına gelmekle kalmaz, sona erer.
Gil ile Adriana 1920 lerin Paris’inde dolaşırken karşılarına eski zamanlara ait at arabası çıkar. Arabanın içine atlayan Gil ile Adriana kendilerini 1800 lerde bulur. Adriana özlem ve hayranlık duyduğu dönemin tam ortasına düşünce burada kalmak, kendi dönemine dönmek istememektedir. Adriana’nın bu fikrinden sonra onu ikna etmek için kendisinin 2000 lerden geldiğini söylemek zorunda kalır Gil.

1800 lerde karşılaştıkları kişilerin bile daha eskileri altın çağ olarak nitelendirdiğini gördüğünde ise Gil bunun her çağ için geçerli bir durum olduğunu anlar. İnsanlar her zaman böyle bir aldatmacanın içindedir. Ve geçmişte yaşamış olmak, geçmişi her zaman mutlu zamanlar olarak atfetmek bir yanılsamadan ibarettir. Önemli ve var olan tek şey ‘’şu an’’ dır.

Gil bu durumun farkına vardığında yağmur altında yürüyerek gözden kaybolurken, film biter.

Woody Allen seyircisini asla uyanmak istemeyecekleri bir düşe davet ediyor. Ben de istemiyorum. Masalın içinden başka bir masala doğru kapı açılıyor ve bu sonsuza kadar devam edecekmiş gibi geliyor. Hayal ile gerçek arasındaki o çizgide hayalleri bırakıp gerçek dünyaya dönmek biraz zor oluyor. Bu film beni hayalperestliğe inandırıyor. Masalların, zaman yolculuklarının mümkün olduğu diyarlar çok uzak görünmüyor.
Bir vapurda beni iskeleden alıp 1930-40 ların Burgazadasına götürür. Sait Faik ile balıkçıların oltalarından beraber hikâyeler toplarız belki. Kim bilir…
Bir masalın içinde gece yürüyüşe çıkmışsın, yağmur yağmış; ıslanmışsın. Sırılsıklam olmuşsun da ay ışığında, umursamamışsın. Yetmemiş bir de hayatının aşkıyla karşılaşmışsın yolda. Arkada en sevdiğin şiirin mısraları mırıldanıyor.

Öyle, onun gibi bir film işte…


0 yorum oku / yaz