Hepimiz Bir Kitabın Baş Kahramanıysak?

Stranger Than Fiction – Lütfen Beni Öldürme

Film Yorumu, Film Hakkında Bilgi

‘’Yazmak’’ fiiliyle şu sıralar çok meşgul olduğumu bir önceki yazımda belirtmiştim. Ne yapacağına bir türlü karar veremeyen mevsimler gibi olsa da ruh halim, düzene sokabildiğim birkaç konu var şükür. Bunların başında ‘’yazmak üzerine’’ konulu filmler geliyor. Listeye Woody Allen’ın efsane filmi ‘’Paris’te Bir Gece Yarısı’’ ile başladıktan sonra hız kesmeden hemen ertesi gün ikinci film ile devam edebildim.

Listemin ikinci filmi olarakta Stranger Than Fiction – Lütfen Beni Öldürme’ yi seçtim.
Oldukça keyifli ve ezber bozan bir film oldu benim için. Türkçe ’ye kim neden bu şekilde çevirmiş pek anlam veremesem de. İsmi duyulduğunda bunun aksiyon filmi olduğunu düşünmek olası. Fakat içeride işler hiçte öyle değil.

Harold Crick sinir bozacak derecede oldukça dakik bir adamdır. Öyle ki hayatında en ufak alışkanlıklarını bile belirlediği sayılar kadar tekrarlar, her eylemini, her hareketini en ince detayına kadar planlar. Saat gibi işleyen mekanik bir rutinde seyreder hayatı. Sebep bu düzeni ve titizliği midir bilinmez yapayalnız biridir aynı zamanda. Sayılarla yakın arkadaş olan bu adamın arası kelimeler ile oldukça mesafelidir. Yaşamını birkaç zaruri sözcük kullanarak bitirebilir.
Duygulardan uzak, hesaplamaların ve rakamların içinde kaybolmuş, giderek hızla robotlaşan bu adamın hayatı aynı rutinle devam ediyordu. Ta ki o Çarşamba gününe kadar.
Harold, her zamanki gibi gece uyumadan, kol saatini çıkardı; alarmını kurduktan sonra başucundaki komodinin üstüne bıraktı. Ve yine sabah uyandığında her zamanki gibi 32 dişinin her birini 76 kez fırçalayacakken bir ses duydu. Bu ses Onun, her gün aynı şeyleri tekrarladığı gösterişsiz hayatının tam ortasına yıldırım gibi düştü.
Ses susmak bilmiyor, Harold ise sesin kaynağını bir türlü çözemiyordu. Yaşamında hiç bu kadar sözcüğü bir arada kullanmamış dahası belki duymamıştı bile. Gürültü beyninin içinde yankılanıyor, evde, işte, yolda susmuyordu. Bir kadın sesi sürekli Onu takip ediyordu.
Ve bir türlü susmayan ses Ona duyabileceği en acı şeyi fısıldadı; ‘’önemsiz gibi görünen bu hareketinin, yakın gelecekte ölümüyle sonuçlanacağıydı…’’diyordu.  Ve daha acısı ‘’Neden? Neden ölüyorum? Ne zaman? Ne kadar yakında?’’ diye sorduğunda sesten hiçbir yanıt alamamasıydı.
Soruları cevapsız kalan Harold çareyi bir psikoloğa gitmekte bulur. Fakat nafile. Çözüm yok. Psikoloğun varabildiği tek sonuç Harold’un şizofren olduğudur. Harold durumu izah etme de güçlük çekse de emin olduğu tek şey vardır: Şizofreni asla değildir. Duyduğu ses gerçektir.

Bir hikayenin içinde yaşadığını düşünen Harold'a psikoloğun son tavsiyesi ise bir Edebiyatçıya görünmesi gerektiğini söylemek oldu.
Harold'un o seslerin kendisiyle konuşmadığını, Ona kendisini ve hayatını anlattığını fark etmesi çok uzun sürmemişti. Baş kahramanı olduğu bir kitabın cümlelerini yazarının sesinden dinliyordu. Üstelik bu kendi yaşamıydı. Fantastik ve düşsel bir kurgu.

Edebiyat profesörünün yardımlarıyla kendi hikayesinin anlatıcısının peşine düşecek ve Ona söylemek istediği tek şey, ''Lütfen Beni Öldürme'' olacaktır. 

Tek düze hayatı bu süreçte kaçınılmaz değişime uğrayacaktır elbette. Sayılara takıntısını yitirir. Neyi ne zaman ne kadar sürede yaptığının da, kaçta uyuyup uyandığının da ve saplantılı şekilde bağlı olduğu işinin de bir önemi yoktur artık. Çünkü ölecektir. Takıntıları olmadan yaşamanın tadına varmaya başlar. Yıllardır hayalini kurduğu fakat elini dahi sürmediği gitarı satın almaya, şarkı söylemeye ve sevdiği kadına açılmaya cesaret eder.
Yaşamak isteği ağır basar. 

On yıldır çekildiği inzivada gözlerden uzak kitabını yazan Karel Eiffel ise olan bitenden habersiz Harold'a bir son yazmak için daktilosunun başındayken,
Telefon çalar. Telefon tekrar çalar. Ve telefon üçüncü kez tekrar çalar. Eiffel için bununla yüzleşmek hiç kolay olmayacaktır. Çünkü baş yapıtını yazmıştır.

Uzaktan bir yazarın yazma sürecine dâhil olmak ise az bulunur fakat çok kıymetli bir deneyimdi. Film bu hissiyatı vermekte ayrıca çok başarılıydı. Yazarın kahramanını ne şekilde öldüreceğine ve kitabın sonunu nasıl yapacağına dair girdiği iç çekişmeleri ve kavgaları, o anki ruh halinin yansıması tek kelimeyle enfesti. Özellikle intihar olayını tasavvur ettiği sahne ise ‘’bambaşkaydı.’’  Hayali karakterinin gerçek bir insan olduğunu öğrendikten sonra ise yaşadığı iç hesaplaşması ve verdiği karar akıllara kazınacak ve kalpleri kazanacaktı.  
Bir yazarın gizemli yazı dünyasının kapılarını aralayan senaryo, ‘’Peki Ya Hepimiz Bir Kitabın Baş Kahramanıysak’’ dedirtmekten de dahası böyle bir düş kurdurtmaktan da geri kalmıyor.
Paris’te Bir Gece Yarısının büyüsünden sonra, Lütfen Beni Öldürme de kurgusuyla tatlarını damağımda bırakıyor. Listem, zihnimde ilham yıldızlarını parlatmaya devam ediyordu.

                                           

1 yorum oku / yaz