Önemli Şeyler Üzerine Bir Belgesel - Minimalizm

Önemli Şeyler Hakkında Belgesel, Minimalizm

Şehrin kalabalığı yetmiyormuş gibi yaşamlarımızı da eşyalar ile kalabalıklaştırıyor, kalabalıklaştıkça kendimizden bir o kadar uzağa düşüyoruz. Bu gürültü ve kargaşa içinde kendi sesimizi duyamaz hale geldik. Bunun yanı sıra hayatımızı abluka altına almış reklamlar var. Kaçmak neredeyse imkânsız. Yürüdüğümüz yollarda,  bindiğimiz araçlarda, haberlerde, filmlerde, okuduğumuz gazetelerde… Her şeyde ve her yerdeler. İlgimizi hiç çekmeyecek bir üründen bile haberdarız bu düzende. Kafamızı çevirsekte, görmemek için gözlerimizi kapatsakta sorun bu kadar yüzeysel değil. Ruhlarımızı ele geçirmiş durumda bu tuzak. Hiç ihtiyacımız olmadan alınmış onlarca belki yüzlerce eşya var. Biraz zaman sonra varlığını bile unutacağımız eşyalar var içlerinde. Düzensiz dolaplarda yığın halinde duran elbiseler, kitaplıkta sırasının ne zaman geleceği belli olmayan kitaplar, 3 aylık yaz mevsimi için 3 yıllık yetecek kadar alınmış rengârenk kıyafetler, kusurlarımızı kapatacağını, bizi daha iyi hissettireceğini vadeden makyaj malzemeleri, bir üst modeli sabırsızlıkla beklenen teknolojik aletler… Hepsi ve daha fazlası bu düzenin yılmaz askerleri.

Ve ne yazık ki hayatlarımızı işgal altına almış durumdalar. Üstelik en büyük silahları bizim kendi zihinlerimiz.

Çağımızın görmezden gelinen ama neredeyse hepimizin içerisinde boğulduğu anlam arayışı bugün en büyük sorunumuz. Eskiye, eski insanlara, eski mekânlara, eski komşulara, eski sokaklara, eski filmlere bitmek bilmeyen özlem. Hayalini kurduğumuz, eksikliğini hissettiğimiz ne varsa eski zamanlarda kalmış gibi. O günlere kavuşursak bu ruhsal sıkıntıların hepsi geçecek, içimiz ferahlayacak gibi hissediyoruz. Elimizde olsa oralara kaçacağız hep birlikte bir daha bugünlere gelmemek üzere. O zamanlarda olupta bugünlerde olmayan ne var da bu kadar imkânsız bir sevdaya tutulmuş gibi hasret doluyuz hepimiz. Bugünün fazlası var eksiği yok değil mi? Peki bulamadığımız ne?

Samimiyet, güven, sevgi…

Gerçek ihtiyacımız olan her şeyi unuttuk. Parayla satın alınamayacak önemli şeyleri.

Çoğu dostluğun değeri, bugün taşıdığı etiketin marka ve piyasa değerine göre biçiliyor. Elimizdeki telefonun modeli söylediğimiz bir düşünceden daha kıymetli görülüyor. Sohbetlerin sesi kısıldı, bildirim sesleri açıldı. Yan yanayken iki çift laf edilemeyen, göz göze gelinmeden bitirilen arkadaş, akraba buluşmaları ama bu buluşmaların ardından gün sonunda ‘’dostluk’’ fotoğrafları altında sosyal medya yorumlaşmaları.

Sosyal medyada kıyafetlerine büyük markaları etiketlemek, her gün farklı giysiler, elbiseler içinde fotoğraf çekilmek, takipçinin ve beğenilerin bu oradan hızla artması. Ve bir kesimin ulaşamayacağı bu ‘’mükemmel’’ hayatlara uzaktan bakması. Mutluluğun bu gülümsemesi ve marka etiketi bol fotoğraf karelerinde saklandığı yanılsaması. Alırsak, sahip olursak bizde mutlu olacağız fikrine kapılması.

Son 10 yıldır giderek ivme kazanan sosyal medya çılgınlığı değil bunun tek sebebi. Yıllardır büyük şirketler, televizyonlar, radyolar, reklamlar bunu aşılamaya devam ediyor. Sadece bu düzenin araçları değişiyor, amaçları hep aynı.

Bitiş çizgisi olmayan bir maraton koşusu gibi. Nefes nefese kaldık, telaş içindeyiz.
Hepimiz gözlerimizde beyinlerimizin içinde, üzerimizde etiketler ile yaşıyoruz artık. Tatmin olmuyoruz. Olmayacağız da çünkü bu filmin sonu yok.

Metalaştırdığımız yüzlerce şey arasından sıyrılıp özümüze ulaşmak, önümüze set oluşturduğumuz maddesel varlıklardan, fazlalıklardan kurtulmak imkânsız mı?

Ben cevabımı ‘’Önemli Şeyler Üzerine’’ diyen Ryan ve Joshua’nın hikâyesinde buldum.

‘’Okudum, izledim hayatım değişti.’’ cümlesini çok az şey için kurmuşumdur. Fakat Ryan ve Joshua yaşamıma dokunduğu için minnettarım. Hiç giymediğim iki çift beyaz ayakkabının bir yenisini daha alacakken vazgeçtim mesela, raftakileri kutusundan çıkardım.

Ryan ve Joshua diyor ki,
‘’Hayatım daha az ile daha iyi nasıl olabilir?’’ ve ekliyor, ‘’Gerçekten ihtiyacım var mı?’’

Hayatlarının temeline bu soruyu yerleştirmiş iki çocukluk arkadaşı onlar. Hikâyelerine ortak olduktan sonra kendinizi aynı soruları onlarca kez sorarken bulmanız yüksek olasılık.

Joshua bir gün 10 aylık bir gezi planı yapmıştır. Bu geziyi mümkün olduğu kadar az kıyafet ile gerçekleştirir. Küçük el çantasının içine iki gömlek, iki tişört, iç çamaşırı ve bir de saç kurutma makinesi koyar. (Kendisi buna çok ihtiyaç duyacağını söylüyor.) Ve bir yağmurluğa da ihtiyacı olacağını düşünüp onu da alır yanına. Sadece bu kadar. Bu birkaç parça eşyası ile seyahatine başlar.

Bu onun için minimalizme ilk geçisin sinyali gibidir. Ondan sonra hayatından fazlalıkları çıkarmaya başlar. Bir yatak, bir sandalye kalır evinin içinde. Der ki, hayatımda kalan eşyalara ya ihtiyacım vardır ya da bana keyif veriyordur.

Sadeleştikçe mutluluğu artar. Öyle ki yakın dostu ve iş arkadaşı Ryan bu mutluluğun kaynağını merak edip onunla konuşmaya karar verir. Bu dönemde kendisi tam bir çıkmazın içindedir ve Joshua nasıl olur da bu kadar mutlu olabilir? Onunla aynı işi paylaşırken hem de. Bundan sonrasının cevabını size de Joshua versin, izleyin.

Artık Joshua bu yolda tek başına değildir. Arkadaşı Ryan ile beraber bir web sitesi açarlar: The Minimalists

Seminerler düzenlerler ve kitap çıkartırlar. İnsanlara nasıl az ile daha çok mutlu olunur anlatmaya çalışırlar.
İlk konuşmalarına sadece iki kişi katılır. Onlar bundan büyük keyif alırlar.
Ryan ve Joshua bütün konuşmalarında katılımcılara tek tek sarılır, tekrar ederler; ‘’insanları sevin ve eşyaları kullanın çünkü tam tersi asla işe yaramaz.’’

Belgesel bittikten sonra yüzüme yerleşen tebessümün tadı hala hafızamda.  İzlerken bu kadar keyif alınan bir şey hayata uygulandığında nasıl keyif vermez, hala düşünmekteyim.

Ama birkaç adım atmış olmanın mutluluğu içinde. Gardırobumu boşaltmaya başladım, tam beş battal boy çöp poşeti hiç kullanmadığım ya da en fazla iki kere kullandığım onlarca kıyafet çıktı. Bir insan bunu neden alır diye sorduğun onlarca eşya. Bana hiçbir şey katmadığını fark ettiğim kitaplar da var içlerinde.

Kendimle bir muhasebe yapma fırsatım da oldu tüm bu temizliği yaparken. Mesela her ay asla işime yaramayacak bir şey alıyormuşum gibi o parayla bağış yapmak. Miktar küçük olacak mutlaka ama unutmuyorum,

‘’ Az çoktur.’’

Azaldım, hafifledim, yenilendim. Biraz da hüzünlendim, bu defa vazgeçtiklerimden değil de ne çok şeyi yük etmişim hayatıma onun farkındalığından.
Ama şu an tekrar ettiğim tek satır,

‘’Küçülsem. Tek noktada toplansam. Yaşam büyük amenna. Ama ben biraz azalsam. Sadeleşsem. Durulsam.’’

0 yorum oku / yaz