Gamzegraf
  • Home
  • Download
  • Social
  • Features
    • Lifestyle
    • Sports Group
      • Category 1
      • Category 2
      • Category 3
      • Category 4
      • Category 5
    • Sub Menu 3
    • Sub Menu 4
  • Contact Us
Ara Güler

Bir zamanlar bakmaya doyamadığım kitaptan gözlerimi kaçırıyordum uzunca süredir.  Kitaplığımın en alt rafına koymuş, üzerine de yığınla kitap istiflemiştim. Her gördüğümde bana zamanın acımasızlığını hatırlattığı için. Hâlbuki o kitap elimde, heyecandan yerimde duramadığım o imza kuyruğu dün gibi aklımdaydı. Kaçıncı sıradaydım önümde kim vardı, kaç kişiydik? Bilemeyeceğimden çok soru işareti doldururdu beynimi buna benzer anlarda. Ama o gün farklıydı, gözlerim kapıya kitlenmiş, Onun gelmesini bekliyordum yalnızca. Seslere kulaklarımı tıkamıştım.

Kitabın arasında bir kare fotoğraf vardı. Kimi daha çok sevdiğimi, kimin benim İstanbul kahramanım olduğu sorusuna da hala yanıt bulabilmiş değildim.

Kapıya diktiğim gözlerim sadece saate bakmak için ayrılıyordu. Akrep biraz hızlansa. Yelkovan benim kadar sabırsızlansa.  Saat ve kapı arasında mekik dokuyan gözlerim ihtiyar adam kapıda belirdiğinde kıpırdamadan öylece kalabildi. Gözlerim öylece kaldı kalmasına ama ellerim ve ayaklarım için aynı şeyi asla söyleyemeyeceğim. Yarışırcasına, hızla titriyorlardı. Yılların biriktirdiği hayaller heyecanlıydı, benden çok. Onun izinden yürüyememiştim ama vazgeçmemiştim de. Onu bir kez görmek, ilk gençlik hayallerime dokunmaktı. 15 yaşım bana gülümsüyordu.

Sıra akıp giderken, heyecanım yerini tatlı bir duyguya bırakmıştı. Nihayet benim sıram geldiğinde ‘’merhaba’’ dedim, kitabımı uzattım. Yılların derin izler kattığı yüzüne bakamadım, gözlerim zamanı dondurduğu ellerinde takılı kaldı.

Kapağı araladığında kitabın arasına koyduğum fotoğrafı gördü. Ellerinin arasına aldığı fotoğrafa kısa bir süre baktı. Resim ellerinde titremeye başlamıştı. Yaşlılıktan titreyen ellerini kendi yerime koymuştum. Utanmasam, heyecanlandı diyecektim.

Sesini duymakta zorlandığım için daha çok yaklaştım ona doğru. ‘’Türkiye’nin en iyi edebiyatçısı’’ dedi. Fotoğrafın üzerine ‘’1955’’ yazarken.

Sesim de sonunda dayanamamıştı, titriyordu. Kitabımı geri alırken usulca ‘’teşekkür ederim’’ dedim. Çok teşekkür ederim. Hiç istemeyerek ayrılırken adımlarım, kitabı sıkıca göğsüme bastırdım.

O gün, fotoğrafı titreyen elleriyle imzalayan Ara Güler’di. Fotoğraftaki ise Sait Faik Abasıyanık.

Şimdi o kitap ve arasındaki fotoğraf kitaplığımın en alt rafında üzerinde kitap yığılı halde duruyor. Uzun uzun çok baktım o fotoğrafa da o kitaba da, ilk tatlı hayalli yaşlarımı anarken daha çok baktım.

Sonra huzur bulduğum o fotoğrafı ve kitabı kaldırdım rafa, açıp bakmadım, bakamadım. Besbelli korkuyordum. Bir nevi kaçmak benimkisi.

Dün gece 11’e doğru bir mesaj geldi telefonuma, kaçmak? Ama nereye kadar. Kitaplığıma yanaştım haberi alır almaz, kitabı yerinden çıkardım, tozlarını o gün ona sarılan ellerimle sildim. Bir ağabeyime daha veda ediyordum, çocukluğuma ve eski İstanbul’a.

Fotoğrafı kitabın arasına koydum, sayfalarını kapattım. Uzun zaman sonra tekrar göğsüme bastırdım.

Güle güle Ara Güler, Sait Faik’e ve ben uğraşmasam kimse uğraşmazdı onların fotoğraflarını çekmekle dediğin edebiyatın güzel abilerine selam söyle.

Senin gözünden İstanbul’a, insanlara ve yazarlara bakmak her zaman en özeli olarak kalacak. Çünkü her baktığımda kalplerini görebiliyorum.

Hoşça kal…



Sait Faik Belgeseli

Nisan, yağmurlarını bu sene Mayısa devretmiş gibi. 11 Mayıs Cuma gününün sabahı da küskün bir hava ile başladı, bulutları dolu, renkleri biraz bulanıktı. Mayıs ayının 11 inde bir Cuma günü Sait Faik öleli tam altmış dört yıl olmuştu. Islak bir akşamda sokak lambalarının ışığının altında hikâyeleri hala yaşıyordu…

Çok karmaşık hisler ve özlem ile bugünün gelmesini beklemiştim. Bilemiyorum kaç gün ama sanki Sait Faik’i kaybettiğimiz günden beri. Sonunda takvim 11 Mayıstı ve hikâyeler Mayısa biraz kırgındı.  

Akşamı bulmadan bırakamadı su damlalarını gökyüzü. Her on beş dakikada bir kontrol ettiğim saat, on sekiz çift sıfırdan on sekiz sıfır biri bulamadan ben kendimi kapıda bulmuştum bile. Özlemek sahiden garip biri. Gök hala karamsardı. Durağa kadar çare yok koşar adım, hatta belki koşa koşa gelmiş olabilirim. O esnada bulutlarda su damlalarını saklamaktan vazgeçmiş, üzerime serpiştirmeye başlamıştı. Özlemek belki de böyle bir şeydi. Mavisinden altmış dört yıldır eksik olan bir çift göze hasretti o da.

Bundan dört ay önce Sait Faik’in hikâyelerine sarılmıştım bir kış mevsiminde. İçimi ısıtacak bir şeyler mi arıyordum? Önemli değil. İlk kitabın ilk sayfasına titrek yazılarla yazmışım,
Şimdi tekrar sarılacağım dostlarına. Burgazada’nda gün batımlarında hikâyelerini anlatacağım sana.
Kalemin siyah mürekkebi dağılmış biraz. Son Kuşlar kitabın ismi ve de ilk hikâyesi. Sait Faik, Son Kuşların son cümlesinde demiş ki, Benden Hikâyesi… Belki o da titrek yazılarla yazmıştır bu iki kelimeyi kim bilir. Ama biliyorum. Ben o satırların altını çizerken titriyordu içim.

İki kelimenin gizemi sadece beni sarıp sarmalamamıştı bu kadar zaman. Onur Barış’ın hayalinin ismi de bu iki kelimeydi: Benden Hikâyesi. Belki Onunda kalemi bu iki sözcüğü yazarken titremiştir kim bilir. Ama biliyorum. Altı çizili satırlarımı saman sayfalarda değil beyaz ekranda gördüğümde titriyordu yine içim.

Hikâyeler sığınaktı. Cuma akşamı tüm karanlığını şehrin üstüne örterken Sait Faik’in hikâyeleri doğuyordu geceye. İstanbul Onun hikâyelerine sığınıyordu yeniden. Sokakları, kaldırımları, parkları, evleri... Ve içinde, üzerinde yaşayan; şimdilerde kimselerin dönüp bakmaya vakit bulamadığı, yaşamın ağırlığını omuzlarında taşıyan şehrin yüzlerine bakıyorduk tekrar. Gözlerinin ta en içlerine yine, yeniden. Üstelik tanışıklığımız çok eskiden, biliyorduk.

1906 yılının Kasım ayında, Adapazarı’nda başlıyordu Benden Hikâyesi. Ve sürecekti sonsuza dek, bilmiyordu. Ardından genç oluyor okul yılları çıkıyordu karşımıza. Önce İstanbul Erkek Lisesi sonra aldığı disiplin cezası yüzünden Bursa Erkek Lisesi. İpekli Mendil öyküsünü yazıyor burada, her şeyin başlangıcı oluveriyor. Eğitim hayatı çok başarılı değil, Fransa’da bile barınamıyor. Geri dönüyor. Babası ticaretle uğraştığından onu da deniyor, aynı başarısızlıkla sonuçlanıyor. Edebiyatı da zaten edebiyat olsun diye yapmıyor. O sıradan insanların hikâyelerinin peşinde. Bir yazar toplantısında balıkçıya benzettikleri için içeri alınmadığında mutlu, çok mutlu oluyor.

Sait Faik Belgeseli


Şehrin sokaklarını adımlıyor Sait Faik krem renk paltosu başında fötr şapkasıyla, o hikâyelerinin zamanında yürümeye devam ederken onun hayatına, öykülerine dokunan isimler Onu anlatıyor anılarında.

Söz Burgazada’da bakkallık yapan amcaya geldiğinde konu adasına da geliyordu nihayet. Adaya yerleştiğinde mutluluğu buluyor muydu sahi? Cevabı yine net değil. Ama ada ruhu ona iyi geliyor. Yalnızlığı geçmiyor geçmesine de denizler, balıklar ve kuşlar yoldaşı oluyor.

Yalnız, yapayalnız bir adamın hikâyesi bu. Yazarlık için değil de yalnızlığının üstünü örtmek için yazan bir adam. Hep kendi köşesinden olabildiğince sessiz etrafını izleyen sadece kalemiyle konuşan. Büyük lafları hiç sevmezdi. Belki de bundan ‘’yazmasaydı delirecekti.’’ O kalemi iyiki yonttun Sait Faik.

Sait Faik Belgeseli


Not düşüyorum gecenin sonuna ‘’Artık daha çok özlüyorum…’’

On bir Mayıs Cuma gününün ertesi, hava aydınlık. Hala kalbimde Sait Faik’in hikâyelerinden pasajlar okunuyor. Belgeselde Sait Faik ile anılarında ve hikâyelerinde buluşan kişilere şöyle soruldu: ‘’Sait Faik’i şimdi karşınızda görseniz Ona ne sormak isterdiniz?’’ Bunu düşünüyorum.
Gökyüzüne artık bir de Onun için bakacağım. Kuşlar ne olur Sait Faik’in hatırına arayı çok uzatmayın…



Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

About Me


I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out. Great things in business are never done by one person. They’re done by a team of people.

Popular Posts

  • 2018 #08 Kitap Alışverişi
  • Sayfalar Arasına Emanet Bir Takvim Yaprağı..
  • İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

Advertisement

Designed By OddThemes | Distributed By Blogger Templates